Dolar 34,2010
Euro 36,7280
Altın 2.923,48
BİST 8.862,32
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 17 °C
Parçalı Bulutlu

TAHA BATU COŞAR KİMDİR?..

30.08.2023
132
A+
A-
TAHA BATU COŞAR KİMDİR?..
REKLAM ALANI

Taha Batu Coşar’ın hikayesi

Taha Batu Coşar, hayatta ne yapmak istediğini bilen şanslı azınlıktan. Ve Milenyum neslinin en iyi özelliklerinin demonstrasyonu gibi; tutkulu, duyarlı, bağımsız… Ayakları yere basan, gözü yüksekte bir yıldız. Ve bazen en parlak yıldızları görebilmek için kafayı ‘kutunun dışına’ çıkarıp, biraz daha dikkatli bakmak gerekir. 21 yaşına sekiz Türkiye şampiyonluğu ve dünya çapında sayısız başarı sığdıran dansçıyla tanışmalısınız.

Dans etmeye kaç yaşında başladın? 
Sekiz yaşında başladım. Ankara’da ilkokul beşe gidiyordum, bugün artık 11 yıldır birlikte çalıştığım koçum İpek Yavuzer okulumuza 23 Nisan gösterisi hazırlamaya gelmişti, beni görüp en öne koymak istedi, gösteriden sonra da kendi dans okuluna çağırdı ve serüven böyle başladı. Öncesinde futbola gidiyordum, oradan ayrılıp dansa başladım.

İSTENEN PARAGRAFTAN SONRA ÇIKAN REKLAM ALANI - 1

Daha önce de ilgin var mıydı dansa, sende ne gördüğünü düşünüyorsun? 

Aslında şöyle oldu; babamın bir tanıdığı dans hocasıydı ve bizi bir yarışmaya davet etmişti. Annem ve babam o kadar etkilendiler ki, beni de başlatmak istediler. Birkaç ders aldıktan sonra İpek hoca, “Seni bir ay sonra yarışmaya sokacağım” dedi. Çok strese girdim ve eve gittiğimde anneme, “Yarışmaya katılmak istemiyorum, dansı da hiç sevmedim zaten” dedim. Yalandı tabii, yarışma beni çok korkutmuştu. Aradan bir yıl geçti ve tesadüfen o gün sınıfa gösteri hazırlamaya gelip beni gördü. Gösteride güzel performans sergiledik, sonra da onun kulübünde sporcu olarak başladım. İşin içine girdikten sonra anladım ki dansın gerçekten çok artısı var. Sadece dans değil, kadın ve erkek ilişkisi üzerine o kadar çok şey öğrendim ki… Çok büyük sabır kattı bana. Partnerinizle mutlaka anlaşmanız ve kusursuz uyum içinde olmanız gerekir. Öyle ki bazen, “Partnerinizle ilişkiniz var mı?” diye sorarlar. Bugüne kadar hiçbir partnerime öyle bir yaklaşımda bulunmadım. Ama yaşayanlar var, yaşayıp başarılı olanlar var, evli dansçılar, şampiyonlar var. Benim karakterime uymadığı için tercih etmedim. İşle ilişkiyi karıştırmak istemedim.

Peki, böyle yoğun bir tempoda ilişkiye vakit ayırabiliyor musun?

Kız arkadaşım da dansçı, Ankara’da yaşıyor. Zaten dans ortamında tanıştık, ilişkimiz arkadaşlıktan doğdu. İki yıldan uzun süredir beraberiz. Bizim birinci olduğumuz şampiyonada o da yedinci oldu partneriyle.

Tekrar ilkokul yıllarına dönersek; hikayenin devamı nasıl gelişti? 

Beni İpek hocam keşfetti ama geliştiren bir başka isim de Genadi Petkoy oldu. Kendisi Türkiye’de yaşayan bir Bulgar. Şu an beraber sporcu yetiştirmeye devam ediyorlar. O dönem her okul çıkışı Emek’teki kulübe gitmeye, yarışmalara katılmaya başladım ki ilk başta çok kötü dereceler aldık ama hiç sorgulamadan devam ediyordum çünkü dans etmeyi seviyordum. Sosyal ortamım da dansa doğru kaymaya başlamıştı çünkü okulda çok fazla arkadaş edinemiyordum. Keskin bir gruplaşma vardı ve kendimi o grupların içine sokamıyordum. 
Sonra şöyle bir travma yaşadım; ilkokulda bir şov yaptık ve sınıftaki erkekler, “Erkek adam kıvırır mı, kalk da bir kıvır bakalım” gibi şeyler söylemeye başladılar. Çok travmatikti. Oysa yaptığımız işte kadın ve erkek figürü çok baskın; ikisi arasında inanılmaz bir takım çalışması var. Ben bu travmayı şurada kırdım; 23 Nisan’da partnerimle birlikte gösteri yaptık ve erkeklerin hepsi o kadar kıskandılar ki (gülüyor)… Çünkü hiçbiri o zamana kadar bir kıza dokunmamıştı dahi. Bana, “Nerede başlayabiliriz dansa, ne kadar şanslısın” demeye başladılar. Çok keskin bir önyargı vardı, bir gösteriyle yıkıldı. Dans sporunda erkeğe göre puan veriliyor bu arada. Genelde erkek ön planda. Kadın ona eşlik ediyor. Koreografiler de genelde ona göre dizayn ediliyor.

İlk büyük başarın hangisi? 

İlk kez 2012’de Türkiye Şampiyonu oldum, o zaman Yıldızlar 2 kategorisinde yarışıyorduk. Türkiye Şampiyonu olduğunuz zaman dünya ve Avrupa şampiyonasında temsil hakkı kazanıyor- sunuz, bu benim için çok büyük bir ödüldü. Annemin ilk ağladığı zaman o gündür. Sonra federasyonda bütçe sıkıntısı oldu ve gidemedik ama kendi imkanlarımızla 2012 Ağustos’unda German Open’a katıldık. Bu yarışmaya dünyanın her yerinden bütün sporcular katılıyor ve kendini gösterme çabası ön plana çıkıyor, dolayısıyla her ülkenin birinci ve ikinci çiftlerinin katıldığı Dünya Şampiyonası’ndan daha zor. 200 çift vardı, yarışma sabah dokuzda başlıyordu ve her turda yarışmacı sayısı yarıya düşüyordu. Biz ilk turu geçtik, “Sonraki turda eleniriz herhalde” dedim. İkinci, üçüncü derken, her turda, “Ben finale girmek istiyorum” demeye başladım ve bu arzumu tüm bedenimde gösterme çabasına girdim. Yarı finale çıktık. Finale 6 çift kalıyor ama kimlerin kalacağını önceden açıklamıyorlar. Şunu söyleyebilirim, numaramız okunduğunda ağlayarak dans ettik! Türkiye’de ilk defa alınmış en büyük başarılardan biri. Beşinci olduk ve o gün benim doğum günümdü.

2020 Türkiye Şampiyonası’nda da birinci oldunuz, biraz bahseder misin?

2012’den beri Türkiye şampiyonuyum ama kategori atlamış oldum; yıldızlardan gençlere, genç- lerden yetişkinlere. Yetişkinlerde üçüncü şampiyonluğum. Türkiye’deki yarışma dereceleri bizim için şu açıdan önemli; futboldaki gibi yarışmaya katıldıkça puan kazanıyorsunuz, dünya şampiyonalarında temsil hakkı kazanmak için de belli bir puanınızın olması gerekiyor.

İlk Dünya Şampiyonası deneyimin nasıldı? 

2012’de gidemediğimiz Dünya Şampiyonası için 2013 yılında tekrar temsil hakkı kazandık. İtalya’da yapıldı. Her tur atlayışımızda motivasyonumuz yükseliyor, daha iyi performans sergiliyorduk. Yine finale çıktık ve altıncı olduk. Böylece Türkiye ilk kez finale çıkmış oldu.

Dans kostümlerini kim hazırlıyor? 

Ankara’da bir terzim vardı; normal bir terziydi, ona önceki kostümlerimi götürdüm, kalıplarını aldı, beraber kumaş seçtik, bu konuda deneyimi olmamasına rağmen iyi işler ortaya çıkardı. Dans kostümü yapmak zor; kumaşının esnek olması, kalıbının vücuda tam oturması lazım. Hareket- lerinizi engellememeli; kostümde rahatsız bir nokta varsa, onu düşündüğünüz için dans ede- miyorsunuz. İçinde kendinizi iyi hissediyor olmanız da çok önemli. 
İstanbul’a gelince o kostümlerle yarışmaya bir süre devam ettim, sonra Tanju Babacan ile yollarımız kesişti. Teyzem modellik yapıyordu (2004 Türkiye Güzeli Nur Gümüşdoğrayan), onun vasıtasıyla tanıştık. “Küçüklüğümden beri hep dans etmek istedim ama dans bana yakışmıyor, seni görünce o hislerimi hatırladım” dedi ve kostüm sponsorumuz oldu. Son yarışmada da onun diktiği kostümü giydim.

Dans partnerlerin değişiyor mu? 

Normalde sabit olması gerekiyor ama ben dört kez partner değiştirdim. Aleksandra ile yaklaşık beş yıldır partneriz. 15 yıldır İstanbul’da yaşayan bir Ukraynalı. Önceki partnerim akademik bir planla ilerlemek istiyordu, hedeflerimiz çakıştığı için bir süre sonra yaptığımız iş verimliliğini kaybetti. Sonra Aleksandra ile kariyerimiz başladı ve liseyi bir yıl Ankara’da okudu, bu süreçte de bizim evimizde kaldı.

Üç kişilik bir aileye dışarıdan birinin gelmesi enteresan bir deneyimdi. Annem ve babam beni her zaman desteklediler, burada da o fedakarlığı gösterdiler. O yıl hayatım sadece danstan ibaretti. Ankara bir memur şehri, yapacak pek bir şey yok, bu nedenle insan yaptığı işe daha iyi konsantre olabiliyor. Bu benim için bir avantajdı; okuldan çıkıp buluşuyorduk, gece 11:00’e kadar çalışıyorduk, babam bizi alıyordu, yemek yiyip yatıyorduk, ertesi gün tekrar…
Dans sporunda kasların çok aktif olması gerekiyor. Her kasınızın aynı anda çalıştığı ekstrem bir spor aslında. Dansçıyım deyince, “Ne güzel, eğleniyorsunuz” diyenler oluyor. İşimi çok seviyorum ama dışarıdan göründüğü kadar eğlenceli değil.

Ne zaman İstanbul’a geldin?

Ailem hâlâ Ankara’da, ben 2016’da geldim. Bir noktada, “Hayatımın danstan ibaret olmasını istemiyorum, normal insanlar gibi dışarı çıkıp arkadaşlarımla kahve içebilmem, normal ilişkiler yaşamam lazım” dedim. Makineleştiğimi hissettim. Kafayı dansla bozmuş 14-15 yaşlarında bir çocuktum. İyi ki bozmuşum, şikayetçi değilim ama başka duyguları da yaşamak istedim ve İstanbul’u bir hedef olarak önüme koydum. İstanbul’da dans sporu branşında okul yok. Okulların çoğu sosyal amaçlı. Hiç dans etmeyen biri gidip kolaylıkla dans öğrenebilir ve eğlenebilir. Bu şehirde yapacak o kadar çok şey var ki, insanlar böyle yüksek disiplin gerektiren alanlarda profesyonelleşemiyorlar. Ankara’nın tam kontrastı.
Babam, fiberglas malzemeyle üç boyutlu modelleme yapıyor. Küçüklüğümden beri onun işinin getirdiği sanatsal bakış açısının da etkisiyle hep bir şeyler çizer, birleştirir, yontardım. Atölyesine gittiğimde o tozlu atmosfer, boya kokusu beni hep çekmiştir. Üniversite sınavı yaklaşırken önce uluslararası ilişkiler ya da işletme bölümünü seçmeyi düşünüyordum ama sonra dedim ki, “Okula her gittiğimde dersler ne zaman bitecek diye düşünmek istemiyorum, keyif alacağım bir seçim yapmak istiyorum.” Böylece Yeditepe Üniversitesi Plastik Sanatlar ve Resim bölümünde okumaya karar verdim. Yetenek sınavına annemle beraber geldik, çok heyecanlıydık. Yüzde yüz burslu kazandım ve “İstanbul bekle beni geliyorum!” dedim.

Burada bir yandan da dans dersleri veriyorsun.

Evet, Harbiye’de arkadaşlarımın stüdyosunda ders veriyorum. İstanbul’a ilk geldiğimde hiç kimseyi tanımıyordum ve çalışacak salon bulma konusunda da biraz sıkıntı yaşadık. Sadece üniversitelerin dans salonları var ve orada okumuyorsan çalışma hakkı alman zor oluyor. 
“Eğer salon arıyorsanız bizimle çalışabilirsiniz” dediler, o şekilde başladık. Özel ders veriyorum, bir de Salı günleri grup dersleri var. Önceden hiçbir dans kariyeri olmamış orta yaş ve üniversite öğrencileri geliyor, onların seviyesinde sıfırdan başlayan bir sınıf. Amaç daha sosyal bir bakış açısıyla spor yaparak eğlenmek. 2020’de workshop’lar verdiğim farklı salonlar da olacak.

Peki, bir dansçı senden ders almaya ne amaçla gelir? 

Gelecekte beni yenmek için!


Yaptığımız işte kadın ve erkek figürü çok baskın; ikisi arasında inanılmaz bir takım çalışması var.

Okul bitince ne olacak? 

İstanbul’a geldiğimden beri büyük bir kariyer planlaması yapamıyordum, okulun ve şehrin yoğunluğu buna engel oluyordu. Dans adına büyük bir şey yapmam için sadece dans olması lazım.Burada tek hedefim stabil kalmak oldu; Türkiye’deki yarışmalara devam etmek, yurtdışında birkaç yarışmaya katılmak… Okul Haziran ayında bitiyor, sonrasında Ankara’daki danstan ibaret hayatıma devam etmek istiyorum çünkü güzel projelerim, hedeflerim var.

Mesela? 

Mesela yetişkinler kategorisinde dünya finalisti olmak istiyorum. Dans sporu gerçekten çok küçük bir kitle tarafından tanınıyor. Hatta yakın geçmişe kadar o kadar küçüktük ki, Jimnastik Federasyonu’na bağlıydık. Dans Sporları Federasyonu daha sonra kuruldu. 
Türkiye’de bu sporun daha iyi anlaşılması için biraz daha zaman geçmesi gerekiyor belki.
İşte, o yüzden bir sonraki hedefim yurtdışı. Yavaş yavaş hazırlıklara başladım.

Peki, 2020 Türkiye birinciliğinle ülkemizi nerede temsil edeceksin?

Avrupa Şampiyonası ve 5 Aralık 2020’de Meksika’da düzenlenecek WDSF Dünya Şampiyonası’nda.

En büyük hedefin? 

Dünya birincisi olmak. Gerçek olur umarım.

Yarışmalardan önce yaptığın özel bir ritüel var mı? 

Önce değil ama dans sırasında yaptığım bir şey var. Arka arkaya yaptığımız beş tane dans mevcut; samba, çaça, rumba, paso doble ve jive. Hepsi birbirinden ayrı karakterlere sahip. Bir süre sonra ayak tabanı kaymaya başlıyor. Bunu önlemek için biz sporcular genelde ayakkabının altına biraz su sürüp dansa devam ederiz. Özel deri taban biraz ıslandığı zaman tutuculuğu artar. Ama yarışmada, final zamanında bir danstan diğerine geçerken yaklaşık 20 saniyeniz var. Ben de şöyle bir yöntem buldum; alnımdaki teri alıp ayağımın altına sürüyor, sonra da dansa devam ediyorum. 
Yarışma öncesinde ise bir ritüelim yok, sadece çıkıp keyifle, şampiyon ruhuyla dans edeyim, benim için yeterli. Anda yaşıyorum.

Hiç gerilmiyor musun? 

Galiba kendimi eğittim. Çok önemli yarışmalara bile sanki hiçbir şey yokmuş gibi, kaldırımda yürüyormuş gibi çıkıyorum, partnerimi yerleştiriyorum ve müziğin başlamasını bekliyorum. Bu, tecrübeyle kazanılan bir şey. Normalde stres kaldıramayan biriyim. Partnerinle yarışma anında yaşadığın stresi seyirciye yansıtmak kadar kötüsü yok. Bir keresinde Aleksandra ile rumba yaparken bir sıkıntı yaşadık. Sonraki dansımız paso doble idi; boğa güreşini anlatan, çok keskin, şehvetli, agresif bir dans. İçimden dedim ki, “Sana orada cevabımı vereceğim.” Çıktık ve hayatımda yaptığım en iyi paso doble oldu!

Peki, o yoğun performans sırasında nasıl sürekli gülümsüyorsunuz? Performansın parçası mı, yoksa dansın verdiği haz mı yansıyor? 

Seyirciye pozitif bir enerji yansıttığınız zaman, seyirciden de size pozitif enerji geliyor, yaptığımız iş bize haz vermeye başlıyor ve bu bir döngü haline geliyor. İşin teatral kısmı da var kesinlikle çünkü her hareketin yapılışının altında bir anlam var. Bir de teknik olarak bir sır vereyim; dans hep ağızdan nefes verilerek yapılan bir spor, o yüzden ağzın hep açık olması gerekiyor. Onu gülüm- semeyle taçlandırıyoruz diyelim.

Dans sporunda kasların çok aktif olması gerekiyor. Her kasınızın aynı anda çalıştığı ekstrem bir spor aslında. İşimi çok seviyorum ama dışarıdan göründüğü kadar eğlenceli değil.

İstanbul’a geldiğimde, bu kalabalık şehirde nasıl oluyor da kendimi yalnız hissediyorum diye düşündüm. Öyle anlarda müziksiz yapamıyorum.

Dans kariyeri dışında, birçok alanda daha yeteneğin olduğunu duydum. 

El işlerine meraklıyım, mesela geçenlerde kendime deri ve kanvas kumaşla bir çanta diktim. Beğendiğim bir model vardı, kendi yorumumu kattım. Restorasyon, ileri dönüşüm ve antikaya da çok ilgim var. Bir gün eve giderken çöpe atılmış bir sehpa gördüm, aslan ayaklı antika bir seh- paydı. Aldım, bir ay evde durdu, sonra Beşiktaş’ta bir marangoza gittim ve sehpayı ikiye böldürerek raf yaptırdım, üzerine antikalarımı koydum. Geçen sene de iki hafta okula gitmeyip, rastgele bulduğum bir marangoza çıraklık yaptım! Marangozhanesi gerçekten büyüktü ve güzel bir bağ kurduk, okulda öğrenemeyeceğim bir sürü bilgi öğretti bana.

Oyunculuk eğitimi de almışsın. 
Uğurkan Erez ile teyzem vasıtasıyla iletişim halindeydik. Teyzemlerin defilesine gittiğimde hep, “Sen bir İstanbul’a gel, bir 18 yaşını geç, seni oyuncu yapacağım” derdi. Geldim ve hemen oyunculuk kursuna yazdırdı. Çok değişik bir deneyim oldu benim için. Tamam, belki bir sürü insanın karşısına çıkıp performans sergiliyoruz, duygu alışverişi yapıyoruz ama hiç konuşmadan yapıyoruz bunu. Konuşarak karşındakine duyguyu geçirmek beni çok zorladı ama 2016 sonunda bir tiyatro gösterisi yaptık o ekiple beraber, müthiş bir deneyimdi benim için. Sonrasında birkaç yerden Uğurkan Erez vasıtasıyla teklif geldi ama ben istemedim çünkü seçmeler benim için o kadar stresliydi ki… Kendimi ait hissettiğim yer orası değildi.

Bir de amatör ruhlu ama insanın gözünü alamadığı dans videoların var. Devamı gelecek mi?
Çok spontan, sosyal medyalık, insanlara yaptığımız dansı sevdirmek için 2018’de çektik onları. Bir tanesinde, Karaköy’de oturmuş kahve içiyorduk; arkadaşım, “Abi, çok güzel müzik buldum, dans videosu mu çeksek?” dedi. Trafiğe kapalı bir sokak bulduk, ben telefonumdan müziği açtım, o da telefonuyla çekim yaptı.

Modun düşük olduğunda ne yaparsın? 
Evet, melankolik bir havaya büründüğüm oluyor. İstanbul’a geldiğimde, bu kalabalık şehirde nasıl oluyor da kendimi yalnız hissediyorum diye düşündüm. Öyle anlarda müziksiz yapamıyorum. Kulaklığımı evde unuttuysam, o gün benim için berbat bir gündür. O yüzden her zaman mutlaka kulaklığım ve Spotify listem benimledir.

Kişisel stilini nasıl tarif edersin? 
Genelde eskiyi seviyorum, yaşanmışlık beni çok etkiliyor.

Keşke yaşasaydım dediğin bir dönem var mı? 
İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşamak isterdim. Savaş bittikten sonra insanlar biraz rahatlığa kavuşuyor, yeni bir düzen oluşuyor, popüler kültür coşuyor. O dönemin otomobillerine baktığı- nızda ne demek istediğimi anlayacaksınız. Birçok şey halen el işiyle, üzerinde çok düşünülerek yapılıyordu, seri üretim çok ön planda değildi. Bana bu anlayış daha değerli geliyor.

Rol modelin? 
Matthew McConaughey’in de dediği gibi; on yıl sonraki ben…

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.


Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/cesoftco/vakitsizhoroz.com/wp-includes/functions.php on line 5277